15 Ocak 2009 Perşembe

TREN GARINDA AYRILIK


15 Mart 1947 Cumartesi

Bundan tam on gün evvel, 6 Mart Perşembe, birkaç dakika evvel başlayan şu uzun yolculuğa karar verilmişti.
Bir kere karar verildikten sonra ciddi olarak bu işe koyuldum ve çok çalıştım. Fakat şu on gün zarfında beni manen yoran şey; biri beni henüz tanımayan öbürü de belki de babasını bir hafta içinde unutacak olan küçük kızlarımı, bir de beni bir an hatırından çıkarmayacak olan Devletimi bu kadar uzun bir müddet için yalnız bırakmak endişesi idi.
Her şeye rağmen sinirlerime ve hislerime hakim olmaya çalıştım. Fakat işte bir az evvel ben vagonun penceresinde konuşurken cümlemi yarıda bırakarak birden bire hareket eden trenin istasyonda uzaklaşmasından sonra kendimi o derece yalnız hissettim ki arkadaşları arasında kalan Devleti adeta kıskandım!

Tren beni garba, daima garba doğru götürecek olan uzun yolumuzun ilk kilometreleri üzerinde koşmaya başladı. Yolumuz o kadar uzun ki bu ilk dakikaların ne kıymeti var? Bir parça daha gecikse idik ne olurdu. Bu zamanı nasıl olsa telafi edemez mi idik? Fakat hayır! Bundan sonra zamanımızın hakimi biz değiliz. Günlerimiz, kendilerini tanımadığımız, belki yüzlerini bile hiç görmeyeceğimiz makinistlerin, pilotların, kaptanların elinde. Onların değişmez kararlarına bozulmaz tariflerine tabiyiz. İşte bunlardan biri beni aldı, hareket noktasından itibaren garba doğru sürüklemeye başladı. Ankara’dan sonra İstanbul’a kadar her vakit, bir takım küçük vesilelerle katettiğim bu yoldan bu sefer geçişimizin manası o kadar değişik ki. Bu yerlerden sanki ilk defa geçiyormuşum gibi geliyor bana. Biraz evvel istasyonda bir nükte yaparak soğukkanlılığımı göstermek istedim. Devlete, “Sema’ya senin bir baban var de de beni unutmasın” dedim. Bu bir nükteden ziyade bir budalalık oldu. Soğukkanlılığımı değil en zayıf tarafımı gösterdi.
Devlet kendini tutmak için önüne bakıyordu. Şimdi hatırlayamadığım bir başkasının gözlerin yaşlandı.
Devletim bu budalalılığımı tamir etmeliyim.
Pisiciğim, bu defteri, içimden ne geçerse, gözlerim ne görürse hepsini, günü gününe bu küçük sahifelere yazmam için bana verdin. İşte ben de hemen ilk dakikalardan itibaren doldurmaya başladım. Fakat bu gidişle defter yetişmeyecek. Gündelik jurnali kısmak elimden gelmez. Ne yapalım da defteri yetiştirelim? Şu halde günleri keselim.
Trende yazı yazmak ne kadar zor oluyormuş. Kağıdın üzerine kargacık burgacık bir şeyler dökülüyor. Hele şiddetli sarsıntılarda zavallı harfler büsbütün ezilip büzülüyor. Muhaddep (dışbükey) ve mukaar(içbükey) aynalardan görülen insan yüzlerine benziyorlar. Öyle ki trenin bütün rampalarını, virajlarını burada okumak mümkün olacak. Fakat asıl yazıyı sökerek bir mana çıkarmak mümkün olacak mı? Zannederim bu işi sonradan ben bile beceremeyeceğim.
Devletciğim, bu akşamlık seni burada bırakıyorum. Allah rahatlık versin. Seni ve küçükleri binlerce defa öperim.
Editörün notu: Fotoğraf Miss Potter filminden alınmış bir karedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder