26 Ocak 2009 Pazartesi

HİNTLİ KADIN, İNGİLİZ BEBEK, MAVİLİ HOSTES...




19 Mart 1947 Çarşamba



İngiliz saatiyle 12’ye çeyrek var. Biraz evvel serbest İrlanda’nın garbindeki Shannon meydanından havalandık. Atlantik okyanusunun üzerinden garba doğru gidiyoruz.
Daha bu sabah Kadıköyü’ndeki evde saat altıda yataktan kalktım. Tıraş ve kahvaltıdan sonra 7.15 vapuruna zor yetiştim. PAN AMERICAN WORLD AIRWAYS şirketinin uçağı Yeşilköy’den tam saat 10’da havalandı. İşte bizi 12 saatte Marmara kıyılarından, okyanusun üzerinden getiren sihirli seccade ile ilk tanışmamız.

Yeşilköy’de bizi geçirenler oldukça kalabalıktı. Bu meydanda birkaç gazeteci, Nazif İNAN, Ragıp SİPAHİ ve benim bir arada resimlerimizi aldılar, vedalaştık ve tayyareye bindik. Tayyare dışarıdan ters dönmüş bir köpek balığını andırıyor. Merdivenleri çıkıp kuyruk tarafından içeri girince büyük bir otobüsün içini andıran, aerodinamik, ince uzun bir salon… Her iki tarafta ikişerden iki sıra koltuklar. Topyekün 43 kişilik yer var.

Sonradan öğrendiğim veçhile; biraz hareket etmek istedin mi kenardaki bir manivelayı çekerek arkalıkları geriye doğru devirmek mümkün. O vakit önde oturanın başı, arkadakinin bacakları üzerine geliyor.
Havalarda bundan fazla konfor aramak da doğru mu?

En arkada, kuyruğa yakın yerde kabinler ve musluk var. Her ne ise, 30 kadar yolcu ile saat 10’da Yeşilköyünden hareket ettik. Kısa bir zamanda yüksek bir irtifaa çıktık. Etrafımıza bakmaya vakit bulamadan kendimizi Trakya’nın çamlı sahillerinin üzerinde bulduk. Bu sahili takip ederek Yunanistan’a doğru yol almaya başladık. Clipper’ın personeli çok nazik. İçlerinde bir de stewardess(*) var. Açık mavi ince kumaştan bir tayyör giymiş. Yolcular arasında Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Mr. Wilson var. En fazla dikkati çeken Hindistan’dan Amerika’ya seyahat eden Hintli bir kadın. Tam önümdeki koltukta oturuyor. Ayaklarında sandallar, üzerinde Hint kıyafeti, yaşı da az geçkince. Bir aralık elini başının üstünden koltuğun arkalığına dayadı. Küçük bir el, fakat bir çikolata kâsesine batırıp çıkarmış gibi!
Tabii bütün vücudu aynı renkte. Bunu görmek zor olmuyor zira üzerindeki şalını ve acayip elbiselerini olur olmaz vesilelerle havalandırıyor. O vakit görüntüsü insana zevk vermeyen bazı yerleri ister istemez insanın önüne seriliyor. Gemimizin en yaşlı yolcusu 70’ini geçmiş bir İngiliz. En genci de 14 aylık sarışın bir kız çocuğu. Annesinin kucağında uslu uslu uyuyor. Hindistan’dan Londra’ya giden bir aile. Asıl şayanı hayret olan şey, seyahat esnasında bu en ihtiyar ve en genç yolcunun ikisi de hiçbir şekilde rahatsız olmadı.
Nazif Bey, bira ara Hintli hanıma takıldı. “Bütün Hintlilerin dişleri böyle beyaz mı olur?” dedi. Hintli hanım da “Bütün Türklerin tebessümü bu kadar tatlı mıdır?” diye mukabele etti.
Bu esnada uçak 4000 metre kadar irtifada garbe doğru yoluna ediyordu.
E…(okunmuyor) dağları açıldı, Korfu adası bir anda geride kaldı. İtalya’nın cenubu geçildi. Bir aralık stewardess uzakta bir nokta gösterdi. Vesuvio (**)… Biraz sonra Korsika’ya doğru denize açıldık.
Saat 2, öğle yemeği. Yemek yerken yolculuğun ilk sallantılarını da tattık. Fransa topraklarına girdik. Şimale doğru yol alıyoruz. Aşağıda şehirler, nehirler, ekilmiş topraklar, korular birbirini takip ediyor. Bir masanın üzerine serilmiş tafsilatlı bir haritayı tetkik eder gibiyiz. Bir sinema seansı kadar vakit geçmeden uçağın içinde bir hareket oldu. Herkes pencereye üşüştü. Paris’in üzerinden uçuyorduk. Bulutların arasında ve bu kadar yüksekten koca şehri görmek ne kadar tuhaf oluyor. Yerleri tayin etmek kolay değil. Etoil’i fark eder gibi oluyorum. Fakat akabinde kanadın altında gözden kayboluyor ve bir müddet sonra da bir bulut deryasının üstünde yüzüyoruz. Akşam 19’da yağmurlu bir havada Londra’nın (Heathrow) meydanına iniyoruz. Meydanda güler yüzlü, üniformalı İngiliz kızları, servis yapıyorlar. Sanki yolculara hoş vakit geçirtmek için emir almışlar.
Bizim Fikri Diker meydana geldi, biraz konuştuk. Saat 20.45’te, yahut İngiliz saati ile 19.45’te tekrar havalandık. Londra’da inenlerin yerine kimse binmedi. Amerika için 15 yolcu kaldık. Londra’dan aklımda kalan güzel yapılı, şirin, bahçeli banliyö evleri. Bir buçuk saat sonra İrlanda’nın garbinde Shannon hava meydanındayız. Akşam yemeğini meydanın lokantasında, Amerikan Sefiri ile beraber yedik. Bir İrlandalı gazeteci resmimizi çekti. IRE TIMES gazetesi içinmiş.
(*) Hostes
(**)Vezüv yanardağı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder