27 Ocak 2009 Salı

ATLANTİK’İN ÜZERİNDEYKEN ARTIK ARZIN DEĞİL, GÜNEŞİN ÇOCUKLARIYIZ


20 Mart 1947 Perşembe

Bundan evvelki sahifeleri şimdi uçtuğumuz yerlerde yazmıştım. Şimdi aşağı yukarı aynı yerlerde uçarken devam edeceğim.
Dün gece Shannon’dan ayrıldıktan bir saat kadar sonra Steward(*) geldi, “Shannon’a geri dönüyoruz” dedi. Meğer motorlardan biri yağ kaçırmaya başlamış, tehlikeli olabilirmiş. Bir müddet sonra yalnız iki motorumuz çalışıyordu. Diğerlerini durdurdular. Biz de bu sayede biraz başımızı dinledik. Zira tayyare yolculuğunun en çekilmez tarafı şu motor gürültüsü, bir de daimi ihtizaz. Her ne ise, gece saat 2’de tekrar Shannon’da idik. “Birkaç saate kadar tamir biter, bekleyin” dediler. Fakat tamirin uzun süreceği anlaşılınca bizi otele götürmeye karar verdiler. Otel oldukça uzakta imiş. İlk evvela yolculardan bir parti gitti. Nazif Bey, Ragıp Bey, ben ve Demiryollarından Amerika’ya giden iki zat kaldı. Yani altı kişi. Derken bir otomobil daha geldi, beş kişilikmiş. Bu işleri idare eden stewardness bana, “Siz beş dakika daha bekleseniz bir otomobil daha gelecek” dedi. Muhakkak ben de beraber gideceğim diye ısrar edilmez ya. Fakat bu suretle aramızda yegâne İngilizce bilen Nazif Bey’den ayrılmış oldum. Derken üçüncü otomobil gelince biz de tayyarenin kaptan ve pilotları ile ona bindik.

Yarım saat uzakta bir otele geldik. Oldukça lüks ve büyük bir yer. Fakat defterde bizim arkadaşların isimlerini göremeyince onların başka otele gittiklerini anladım. Öyle uykum vardı ki (24 saatten beri uyumamıştım) hemen yatıp uyudum. Ertesi sabah kapıdan başını uzatan hizmetli kadın uyandırdı. İrlanda şivesiyle söylediği birçok kalabalık şeyi anlamadım, benim lafımdan o anlamadı, gitti. Kalktım, giyindim, tıraş oldum. O da hakikaten eski usulde eşyalarla güzel döşenmiş. Bina da bir hayli büyük. Aşağı indim. Yarım buçuk İngilizcem yardımıyla nihayet anlaştık. Meğer diğer bütün yolcular başka otelde imişler. Burada ben yalnızmışım. Biraz sonra, yani 12’ye doğru otomobille tekrar meydana geldim. Bizimkiler daha yok. Pilotlarla oturup kahvaltı ettik. Ne ise, neden sonra bizimkiler de geldi. Meğer onları da otomobille bir buçuk saat mesafede başka otele götürmüşler. Bu suretle İngiltere’de yalnız başına kalmanın ve yarı buçuk İngilizce ile işin içinden çıkmanın ilk tecrübesini yapmış oldum. İngilizce bilse idim çok enteresan şeyler öğrenebilirdim. Kaldığım otel, eski usul yapısı, güzel çayırı, muazzam çam ağaçları ile eski bir şatoyu andırıyordu.
Shannon meydanı şayanı hayret bir yer. Bir saat içinde 3-4 Clipper geldi, bir o kadarı da havalandı. Nihayet bizimki de tamir oldu, bindirdiler, saat 13.15’te biz de havalandık. Şimdi, dün akşam bıraktığımız yerden yine garbe doğru devam ediyoruz. 28 saatte New York’a varamadık fakat Atlantik’i gündüz gözü ile geçmek daha zevkli. Hem okyanusun dibine gitmektense bir gün geç kalmak elbette tercih edilir. Uçak yine 4000 metrede, altımızda ta ufuklara kadar yığın yığın kar gibi top top bulutlar. Bunlar bazen koca mantarlar gibi başlarını yukarılara kaldırıyorlar. Suyun altında hafifçe sallanan denizaltı nebatları gibi esrarlı şekiller alıyorlar. Bazen seyrekleşiyorlar ve daha aşağılarda kalan okyanusu bize gösteriyorlar. Köpükler saçan hiddetiyle insanları titreten okyanus, munis, sakin, aciz serilmiş yatıyor. Bulutların gölgeleriyle yer yer lekelenmiş. Hafif dalgalarla sırtı kırışmış. Muazzam bir sütlaç tabağını andırıyor.
Yukarıda bizim üzerimizde uçsuz bucaksız, maî feza ve kocaman güneş, gözleri kamaştıran bir aydınlık var.
Biz şu dakika arzın değil, güneşin çocuklarıyız. Ve onun seyrini takip ederek garbe doğru uçuyoruz. Bu sabah altıda başlayan gündüz, akşam altıda nihayet bulacak. Fakat güneşten kazanacağımız altı saati de eklersek günümüz tam 18 saat devam edecek. Bu sayede Amerika kıtasına da yine gündüz gözü ile varmış olacağız.
Yolumuz açık olsun.
(*)Erkek hostes

1 yorum:

Olcay Akkent dedi ki...

Yaprak'cığım, dedenin anneannene 20 Mart tarihinde yazdığı mektubu
şimdi okudum. Gerçekten teknoloji nereden nereye gelmiş insan şaşıyor. Bir o uçağın koşullarını düşün bir de bugünkü uçakları...

Bu mektubun bize sunduğu önemli bir detay. Tabii bir de içinde
sevgi olan satırlar da bize çok şey katacak.

İyi ki bu işe gönül koydun. Seni kutluyorum.

Sevgiyle kal,
Olcay Teyzen
20 Şubat 2009

Yorum Gönder